Önce biraz teknik bilgi. 1951 Avrupa Kömür Çelik TopluluÄŸu’nu (AKÇT) kuran antlaÅŸma, ardından f957 Avrupa Ekonomik TopluluÄŸu’nu (AET) kuran AntlaÅŸma ile Avrupa Atom Enerjisi TopluluÄŸu’nu (EURATOM) kuran antlaÅŸma, o güne kadar bildiÄŸimiz klasik uluslararası bağıtlardan farklıdır. Uluslarüstü hukuk olarak nitelendirilecek yeni bir hukuku yaratırlarken, esasen kurduklarını ifade ettikleri toplulukları yürürlüÄŸe girdikleri an itibarı ile kurmamışlar, nasıl kurulacaklarını tarif ederek, tam olarak kuruluÅŸlarını zamana yaymışlardır. Hedefe ulaşılması için kurumlar oluÅŸturmuÅŸlar (Konsey, Komisyon, Parlamento, Adalet Divanı), bu kurumları hedefle baÄŸlantılı olarak görevlendirmiÅŸ, yetki vermiÅŸ ve sorumluluk yüklemiÅŸlerdir. Bu yapı Avrupa kurucu antlaÅŸmalarını bazı düzenlemeleri itibarı ile klasik uluslararası bağıtlar gibi kanun niteliÄŸine sokarken, özü itibarı ile çerçeve nitelik kazanmasına yol açmıştır. Çerçeve nitelik aslında adı konulmamış anayasal karakter anlamına gelmektedir. Yıllar önce (yapılışı 1992, yürürlüÄŸe giriÅŸi Kasım 1993) Maastricht ya da AB’yi kuran antlaÅŸmayı Türkçeye çevirmiÅŸtim. Çeviri bitip de tekrar okuduÄŸumda, bu antlaÅŸmanın da diÄŸer Avrupa antlaÅŸmaları gibi kapağında kurduÄŸunu iddia ettiÄŸi BirliÄŸi kurmadığını, nasıl kurulacağını tarif ettiÄŸini anladım. AB’nin kuruluÅŸu üç temel ayaÄŸa dayandırılıyordu: -Ekonomik ve Parasal Birlik; - Adalet ve Ä°çiÅŸlerinde Ä°ÅŸbirliÄŸi; - Ortak dış politika ve güvenlik politikası. Bunlardan birincisi oluÅŸturulacak ortak bir merkez bankası ve milli paralardan vazgeçip, ortak bir para birimine (EURO) nasıl geçileceÄŸinin tarifi ile sınırlıydı. GeldiÄŸimiz an itibarı ile Avrupa Merkez Bankası’nın varlığı, Euro’nun yaÅŸamımızın bir parçası haline gelmesi ile bu ayağın tamamlandığı varsayılabilir. Bununla birlikte AB üyesi olmakla birlikte Euro alanına halen girmeyen ülkeler olduÄŸu, Avrupa Merkez Bankası kararlarına karşı bazı üye devletlerden aleyhte sesler yükseldiÄŸinin de altını çizmek gerekir. Ä°kinci ayak ise daha 1984 yılında tekelleri atılan ve günümüze kadar uzanan Schengen sisteminin güçlendirilmesini öngörüyordu. Sistem ilk günden itibaren dış dünyaya karşı bir Avrupa kalesinin kurulduÄŸu anlamında bolca eleÅŸtiri almış, bütün eleÅŸtirilere karşın sonuçta üye devletler arasındaki sınır kontrollerinin kaldırılması ile baÅŸarıya ulaÅŸmıştı. GeçtiÄŸimiz aylarda Almanya’nın kaçak göçe karşı tekrar sınır kontrollerine baÅŸlayacağını beyan etmesi, Almanya örneÄŸinden yola çıkarak diÄŸer AB ülkelerinin de sınır kontrollerine geri dönüÅŸ niyetleri, sistemin sonunu mu getirecek sorusunu sormamıza yol açıyor. Üçüncü ayak ise bana göre hiç gerçekleÅŸmedi. AntlaÅŸmada kaleme alındığı ÅŸekliyle birkaç basit konuların dışında, büyük sorunlar karşısında iÅŸlemeyeceÄŸi baÅŸtan itibaren belliydi. Bir ortak politika belirlenmesi için üye devletlerin oybirliÄŸi gerekiyor, oybirliÄŸi saÄŸlanıp da politika yürürlüÄŸe girerse, bu politikayı sonlandırmak ya da deÄŸiÅŸtirmek için yine üye devletlerin oybirliÄŸine ihtiyaç duyuluyordu. Bir örnek vermek gerekirse, diyelim ki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bütün AB ülkelerini Türkiye’ye karşı savaÅŸa ikna etti ve Türkiye-AB savaşı baÅŸladı, savaşın sonlandırılması için bu kez GKRY’nin ikna edilerek oybirliÄŸinin saÄŸlanması gibi saçma sapan bir düzenleme ortaya çıkmıştı. Önemli uluslararası geliÅŸmelerde bu politikanın iÅŸlemediÄŸi de hemen anlaşıldı. Öncelikle Irak’a karşı ABD’nin baÅŸlattığı savaÅŸta ABD’nin yanında saf tutan AB ülkeleri olduÄŸu gibi, ABD’nin karşısında yer alanlar da oldu. Günümüzde Rusya Ukrayna savaşı nedeni ile Rusya’ya uygulanan ambargolara NATO’nun zorlaması ile kerhen de olsa uyan AB ülkelerinin yanı sıra Rus doÄŸal gazına bire bir bağımlı uymayan ülkelerin de olduÄŸu bir gerçek. Filistin-Ä°srail savaşında mutlak Ä°srail yanlısı tavır alan AB ülkelerinin yanı sıra, Filistin’i devlet olarak tanıyan ya da tanımaya hazırlanan ülkelerin varlığı da bir diÄŸer gerçek. Peki ya savunma ve güvenlik ayağı? 2000’lerin başında heyecanlı tartışma konularının başında Avrupa Savunma ve Güvenlik KimliÄŸi (ASGK) geliyordu. NATO’nun dışında bir Avrupa ordusunun kurulması bazı Avrupa ülkeleri için onlarca yılın hayali niteliÄŸindeydi. Ancak olgu teoriden çıkıp, pratiÄŸe dönüÅŸmeye gidince ne silahlanmak için yeterince para, ne de savaÅŸabilecek insan gücünün olmadığı ortaya çıktı. Bulabildikleri tek formül kendilerinin hakimiyetinde olmak kaydı ile ABD silahlarını ve Türk askerini kullanmak oldu. DoÄŸal olarak ne ABD ne de ülkemiz bu formüle sıcak bakmadı ve göstermelik bir Avrupa ordusunun oluÅŸturulması ile konu kapandı. Peki günümüze gelirsek. ABD seçimlerini Trump kazandı ve Biden döneminde güçlendirilen ve ön plana çıkartılan NATO’nun yeniden tartışmaya açılacağı, Rusya-Ukrayna savaşının Zelensky’ye verilen desteÄŸin çekilmesi ile sonlanacağı, NATO harcamalarının kesileceÄŸi senaryosu tartışmaların merkezinde yer alıyor. Bu koÅŸullarda Avrupa’nın güvenliÄŸi nasıl saÄŸlanacak. GeçtiÄŸimiz yıldan baÅŸlayarak savunma sanayiine büyük yatırımlar yapan Almanya ve Fransa diyelim ki iÅŸin silah kısmını nispeten hallettiler. Peki insan gücü, yani ordu ne olacak? Açık söyleyelim, Avrupa’nın güvenliÄŸi Türk ordusu olmadan saÄŸlanamaz. Yeni bir süreç tekrar kapımıza dayanacak gibi. Bakalım AB bu kez aklını başına toplayıp Birlik olma yolunda adımlar atabilecek mi?