Türkiye’nin 24 Şubat günü başlayan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ardından stratejik öneminin hiç olmadığı kadar arttığını bundan önceki bir dizi yazım içinde belirtmiştim. Askeri açıdan, diplomatik açıdan, Rus doğal gazına alternatif enerji çeşitliliğinin Türkiye’den geçecek olması açısından ve nihayet bütün kara ve demiryollarının Avrupa-Çin ya da tersi Türkiye üzerinden geçecek olması açısından.
Peki artan bunca öneme rağmen Türkiye ekonomisi neden bir türlü toparlanamıyor? Bu can yakıcı soruya üç ana başlık altında cevap arayacağım. Başlıklara geçmeden önce hemen belirteyim, bana göre şu anda kriz yaşamıyoruz, daha beteri olan belirsizlik yaşıyoruz.
Güven sorunu
Yıllar önce ilgi çekici ve oldukça uzun bir kamuoyu anketini inceleme fırsatı bulmuştum. Başta yer alan sorulardan bir tanesi “milletvekillerinin dürüstü olduğuna inanıyor musunuz?” şeklindeydi. Ankete katılanların %95’i “hayır” demişti. Anketin sonlarına doğru sorulan soru ise, “Kızınız varsa ya da olsaydı milletvekiline verir miydiniz?” şeklindeydi. Bu kez “evet” diyenlerin oranı yine %95 civarındaydı.
Bu durumu konferanslarımda sisteme duyulan güvensizliğin birey üzerinde yarattığı özgüven sorunu olarak anlatmaya çalışmıştım.
Peki bugün mevcut sisteme güveniyor muyuz? Herhalde benim gibi pek çoğumuzun cevabı hayır olacaktır. Kişiye güven bir yana, devletin verdiği rakamlara karşı büyük bir güvensizlik var. Ne enflasyon verilerine güveniyoruz, ne de sağlık ile ilgili verilere . Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.
Doğal olarak güven sadece iç politika verileri ile de sınırlı değil. İçine girdiğimiz yeni paradigma içinde, ekonominin düzelmesi izlediğiniz dış politika ve dış ekonomik ilişkilerle de yakından ilgili.
Ne yazık ki son yirmi yıldır bir dış politika temel öğretisini unutarak davrandık. Dış politika ideolojiden kopuk, ülkelerin çıkar algısına bağlı “reel politik” zeminde sürdürülmesi gereken bir alandır. Bu çizgiden uzaklaştığınız anda yalnızlaşır ve “güvenilmeyen ülke” pozisyonuna düşersiniz. Evet Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme girişiminin ardından izlenen çizgi çok doğru, olması gereken bir çizgidir. Peki bu yeni çizgi Türkiye’ye karşı duyulan güvensizliği tam olarak gidermiş midir? Çok emin değilim. Özellikle Batı cephesinden gelecek baskılara ne kadar ve nasıl dayanacağımız bu kuşkuyla fazlası ile iç içe. Başta ABD olmak üzere Batı dünyası Rusya’ya karşı yaptırımlarını her gün biraz daha fazla artırırken bizim bu yaptırımlar karşısındaki tavrımız ne olacak, Rusya’nın nefes borusu olmamıza ne kadar göz yumulacak? Emin değilim. Hele Rus oligarkların paralarına güveniyorsak, vay halimize.
Bir de Sayın Nebati’nin söylemlerinin getirdiği güven azaltıcı bir durumun varlığına da dikkat çekmek gerekiyor. Gerekirse bürokratları hizaya getirir, yatırımlarınıza biz güvence oluruz mealindeki sözler, bırakın yatırımcı çekmeyi, mevcut yatırımcıları da kaçıracak nitelikte. Yatırımcı kişiye bağlı değil, sisteme bağlı güvence ister ki; o güvencenin adı hukuktur. Bu duruma son noktada değineceğim.
Güven sorununu aşmadan ekonominin düzelmesi maalesef günümüz gerçekleri ışığında mümkün gözükmüyor.
Ekonomi yönetiminin geri dönüşü olmayan hataları
Bir sorunun çözümü için kendi hatalarınızı itiraf etmek, yüzleşmek ve her sorunu dış faktörlere bağlamaktan kaçınmanız gerekir.
Merkez Bankası’nın ilk faiz indiriminin gerçekleştiği gün bir televizyon kanalına yorum yapmam için davet edilmiştim. Konu Doğu Akdeniz gerilimi ve bunun AB ile ilişkilere yansımasıydı. Doğal olarak işin içine gerilim girince, emekli generallerimiz de ekranda yer alıyordu. Emekli generallerimiz işin içine girince yine kaçınılmaz olarak dış mihrakların Türkiye üstündeki oyunları dile getirilmekte gecikmedi. Ben de kendimi tutamayarak: “Merkez Bankası faiz indirimi kararını dış mihraklar mı bize dikte etti?” sorusunu sordum. Doğal olarak bir daha o programa davet edilmedim ve çok sevdiğim sunucu arkadaşımın da işine son verildiğini geçtiğimiz günlerde öğrendim.
Evet her ülke kendi çıkarları doğrultusunda size karşı istemediğiniz oyunları oynayabilir, hatta PKK terörü gibi kirli girişimlerin arkasında olabilir. Ama kendi hatalarınızı dış mihraklarla örtemezsiniz.
Sizce bugünün hayat pahalılığının arkasındaki esas faktör hatalı ve plansız ekonomi yönetimi değil mi? Kuşkusuz içinde bulunulan savaş koşulları yaratılan kriz ortamını daha da ağır bir belirsizlik algısına yönlendirdi. Peki bu durumdan çıkış savaşın bitmesini mi beklemek, yoksa bir an önce dogmatik düşünce kalıbından çıkıp gereğini mi yapmak.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım güven erozyonu ile de ilişkilendirerek umudunuz var mı? Ben ne yazık ki bugün karamsar günündeyim.
Hukukun üstünlüğünün müesses hale getirilmesi
Sayın Nebati’nin açıklamalarının yatırımcıya güven vermekten ziyade, kaçırıcı nitelikte olduğuna değinirken de, esas olanın kişiye değil, sisteme güven olduğuna değinerek, hukukun üstünlüğünün önemini vurgulamaya çalışmıştım.
Hemen medyada yorum yapan bazı arkadaşlarımın düşüncelerine pek katılmadığımı da açıklamalıyım. Bu arkadaşlarım çoğunlukla hukuka saygılı devlet vurgusunu yapıyorlar. Hukuk devleti, bana daha ziyade kanun devletini hatırlatıyor. En faşist devletler de kanun devletleridir ve koydukları kanunlara uygun şekilde hukuka saygılı olarak kendilerine bağlı olarak devletlerini yönetirler.
Esas olan, hukukun üstünlüğüne saygılı devlettir.
Bu saptamayı yaptıktan sonra ufak bir saptamayı da 1215 yılında İngiliz kralının yetkilerini kısıtlama sonucunu doğuran ve günümüz miras hukukunun da menşeini oluşturan Magna Charta’ya atıfta bulunarak yapmak isterim. İnsan hak ve özgürlükleri tartışması o günden bugüne dek süre giden, adını kanlı insanlık tarihinin her evresinde ön planda tutan bir tartışma olup, karanlık dogmatik inançlara karşı özgürlüklerin bilime katkısını kanıtlamıştır.
Hukukun üstünlüğüne saygı çerçevesinde Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olup, 1987’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruyu kabul eden Türkiye’nin, Kavala ve Demirtaş’ı içeride tutmasının oluşan ucuz ekmek kuyruklarındaki etkisini hiç düşündünüz mü?
Ben düşünüyorum ve düşünmeye devam edeceğim.
Kalın sağlıcakla…
Can Baydarol
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |