Sayın Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı TBMM kürsüsünden hitap etmeye davetinden bu yana kafası karışık olmayan tek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kalmadığı iddiasındayım. Eğer varsa da, büyük olasılıkla yanılgı içinde olabilirler. En azından benim kafamın içi karmakarışık olmaya devam ediyor. Şüphesiz bolca üretilen teori içinde, akla en yatkın gelen, bu işin içinde ABD ve İsrail ile sürdürülen pazarlıkların yer aldığı. Fırat’ın Doğusunun geleceği ile ilgili Türkiye’yi tatmin edecek bir çözüm için, hikmeti devletin, Devlet Bey’i böyle bir açıklama yapmaya ikna ettiği. “Hikmeti devlet sorgulanmaz sorgulanmasına da, devlet aklı kaldı mı?” diye sorarsanız, o da başka bir muamma. Öncelikle şu gerçekleri vurgulayalım. Bu açıklamalar ve ardından yaşanan gelişmeler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilgisi dışında olamaz. Peki Erdoğan’ın izini dahilinde ama sessizliğinde ortaya çıkan gelişmeleri nasıl yorumlamalı? Öncelikle Erdoğan’ın bu gelişmeleri yeniden Cumhurbaşkanı seçilebilmek için bir fırsat olarak görüp görmediğini değerlendirmekte yarar var. Öncelikle Özgür Özel istediği kadar “kırmızı kart” gösterme hamlesini başlatsın, ufukta erken seçim yok. Hala hazine kasası tamtakır, asgari ücret ve emekli zamları ortadayken, Erdoğan’ın seçime gitmesi siyasi intihar anlamına gelir. Hani mevcut görünüm altında, “2,5 yıl benden, 2,5 yıl da senden!” söyleminin de pek bir getirisi yok. Diyelim ki; seçime gidildi, son gelişmelerin ışığı altında DEM Parti CHP’yi bıraktı, AKP’nin yanına geçti, Erdoğan için bu yeterli olur mu? Erdoğan’ı ilgilendiren AKP değil, kendisinin alacağı oylar. Kaldı ki DEM Parti seçmeninin tamamı ile AKP’nin yanında yer alacağı da bence bir hayal. Hoş, seçim sürecine girdiğinde hangi koşullarla karşı karşıya kalırız, başka bir muamma. Seçimin zamanında yapılması, o sıralarda yeni koşulların ortaya çıkaracağı bir anayasa değişikliği pek çok şeyin belirleyicisi olabilir mi? Örneğin Türk-Kürt federe devleti gibi bir oluşum halinde, otomatik olarak yeni devlet koşulları için yeni anayasa fazlası ile radikal değişikliklere yol açar mı? Mevcut Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk 4 maddesinin geleceği sizce ne olur? Evet her türlü teoriyi art arda sıralamak ve spekülasyon yapmak mümkün. Gelelim çok konuşan Devlet Bey ile, suskun kalmayı tercih eden Erdoğan’ın durumuna. Son dönemlerde ilgimi çeken oyun teorilerinden bir tanesi. “veto oyuncularını zaman içinde tasfiye etmek!” Eğer uzun vadeli bir hedefiniz varsa ve bu hedefe doğru yol alırken size engel çıkaran veto oyuncuları varsa, bu oyuncuları oyun sahası dışına atmak şeklinde yorumlayabilirsiniz. Türkiye’de olup bitenlere kısaca göz attığımızda, Ortadoğu’daki gelişmelere itiraz sesini ilk yükselten Ecevit’in tasfiyesi, Ecevit’in Dışişleri Bakanı Cem’in kurduğu YTP’nin tasfiyesi, Silahlı Kuvvetlerin itibarsızlaştırılması ve veto oyuncusu olma potansiyelini yitirmesi, Anayasa Mahkemesi’nin ve diğer denetleyici hukuk unsurlarının tasfiyesi, vs. Peki yukarıda sıralamaya çalıştığımız kafa karışıklığına neden olan gelişmelerin önünü kesebilecek “en önemli veto oyuncusu kim olabilir?” sorusunu ortaya attığımızda, ilk akla gelen, kuruluşundan bu yana kesif milliyetçi çizgisinden taviz vermeyen MHP, diğer ifadesi ile aşırı Türk milliyetçileri. Bu koşullarda acaba sayın Bahçeli potansiyel veto oyuncusu olarak kendisini ve partisini mi tasfiye ediyor? Sayın Erdoğan yıllardır veto oyuncularını tasfiye ede ede oyunu iyi bildiği için mi susmayı tercih ediyor? Peki ABD ve İsrail kimlik siyasetini sonuna kadar abartarak oynayıp Türkiye bileşenlerini tasfiye edebilir mi? Evdeki siyasi mühendislik hesapları her zaman çarşıya uymaz diyerek şimdilik noktalayalım. |
||||||||||||
|
||||||||||||
|
||||||||||||
|
||||||||||||
|
||||||||||||
|
||||||||||||